Güzeller güzeli prenses sonunda evleneceği zamana gelmiş. Kral onun için en güçlü prensi bulmuş. Prens ve prensesin 40 gün 40 gece süren düğünü başlamış. Bu düğün birçok kişiye fayda sağlamış. Düğünde ihtiyaç sahibi kimseler doyurulmuş. Prensesin hayali olan her şey gerçekleşecekmiş. Prenses 40 gün süren düğününde tüm çocuklar için birbirinden farklı tarifler hazırlatmış. Krallığın mutfağında çocuklar için şekerlemeler yapılmış. Bu şekerlemeler bütün çocuklara dağıtılacakmış. Her eve ihtiyacı bulunan kadar miktarda yiyecek ikram edilecekmiş. İkramlar 40 gün boyunca devam edecekmiş. Ayrıca krallıkta 40 gün boyunca en büyük meydanda düzenlenen etkinliklerle halkın da düğüne katılması için eğlenceler düzenlenecekmiş. Bu eğlenceler sırasında istenmeyen…
Yazar: admin
Zamanlardan bir zaman… Güneş, Ay ve Dünya büyük bir rekabet içinde bulmuşlar kendilerini. Birbirine mesafe olarak yaklaşıp temas edemeyen Güneş, Ay ve Dünya kendi yörüngelerinde bir seyir halinde yol almaya devam ediyorlarmış. Bu durum evvelden ahire değin böyle devam ede gelmiş. Dünya olduğu yer kendi etrafında manevralar yaparak Güneş ve Ay’a nispet eder olmuş. Güneş ve Ay ise Dünya etrafında dönüp duruyorlarmış. Güneş, ondan habersiz bir şekilde Ay’ı kıskanır olmuş; Ay ise Güneş’ten habersiz bir şekilde Güneş’i kıskanır olmuş. Dünya, bu ikilem içerisinde kendi yoluna sağa sola hiç sapmadan devam edip durmuş. Bir gün Güneş ve Ay kavga eder olmuş…
Bir gün hoş sesi ve cıvıltıları ile bahçe içinde gezinen Bülbül, dikenli dalları ve kan kırmızı yaprakları ile karşısında duran Gül ile karşılaşmış. Bu karşılaşma anında Bülbül’ün sesi çıkmaz olmuş ve derin bir sessizliğe bürünmüş. Olduğu yerde Gül’ü izlemeye doyamazmış. Bu durum fark eden Gül dayanamamış ve sormuş: “Neden sessizsin ey Bülbül? Neden sabahın erken saatlerini o güzel sesinle aydınlatmıyorsun? Bunu duyan Bülbül kulaklarına inanamamış. Gül’ün kendi sesini beğendiğinin farkına varmış ve suskunluğuna oracıkta bir son vermiş. Bülbül artık gecenin son bulup gündüze kavuşacağı o anı iple çeker olmuş. Sabahın erken saatlerinde şakıyarak Gül’ün hemen yanı başında almaya başlamış soluğu.…
Ormanın birinde bütün fillerden daha iri ve daha ihtişamlı bir Fil yaşarmış. Bu Fil, Ormanlar Kralı olarak bilinen Aslan’ı bir gün alt ederek koltuğundan etmiş ve ormanın yönetimini ele alarak başa geçmiş. Yönetimi eline alan Fil, Aslan’ı da kendi hizmetçisi olarak görevlendirmiş. Fil, dört bir yana elçiler göndererek büyük bir merasim düzenleyeceğini orman halkına bildirmiş. Tüm hazırlıklar, sorunsuz ve hızlı bir şekilde devam ediyormuş. Hazırlıkların ilerleyişi konusunda Aslan’ı görevlendiren Fil, tüm gelişmeler hakkında Aslan’dan saat başı bilgi alıyormuş. Bu durum karşısında çaresiz olan Aslan, emredilen her şeyi harfiyen yerine getiriyormuş. Aslan’ın Şatosu olarak bilinen bu yer Fil’in Şatosu olarak isim…
Küçük bir kasabada yaşayan bir meczup ve bir de bilge bir kimse varmış. Kasaba halkı meczup olan kimseye “Deli” diye hitap ederken bilge olan kimseye de “Veli” diye hitap edermiş. Veli olan bu kimse, söylem ve davranışlarında tutarlı yaklaşımlar sergilermiş. Deli olan kimse ise çoğu zaman söylem ve eylemlerinde tam tersi tavırlar içine girermiş. Kasaba halkı, Veli olan kimseye büyük bir saygı göstererek onu örnek olarak alırlarmış. Deli olan kimseyi de umursamayıp genel olarak yaptıkları ile alay ederlermiş. İsimlerinden de anlaşılacağı üzere Deli ve Veli birbirlerine zıt karakterlermiş. Deli, yaptıklarına karşılık etrafının kendisine verdikleri tepkilere aldırış etmeden doğru bildiklerini yaparmış.…
Zamanın birinde, en bilinmeyen evresinde… Bir adam yaşarmış dünyanın en kuytu köşesinde. Bu adamı herkes görürmüş ama adam kendini görmezmiş. Oysa ne kadar çok istermiş kendi yüzünü görmeyi. Hep merak edermiş nasıl bir yüzü olduğunu. Pek bilmezmiş kendini, pek tanımlayamazmış. Sürekli olarak aynanın karşısına geçermiş fakat kendisini göremezmiş. Bu durum onu kendi içine kapanık bir hale getirip, kendi içinde yalnızlaştırmış. Adam susmuş. Uzunca bir süre sessiz kalmış. İçinde büyük bir kızgınlık hissi varmış. Kırmış bütün aynaları ve kızmış cisimleri gösteren her şeye. Yere indirmiş cam, çerçeve ve buna benzer her ne varsa. Bir gün tek başına yaşadığı evin kapısı çalmış…
Çağlar öncesinden beri, altın ile gümüş aynı muhitte oturan iki komşu gibi yaşıyorlarmış. Altın, değeri ve parlaklığı ile içi sır dolu bir hazine gibi etrafa ışık saçıyormuş. Bu ışık ise her görenin dikkatini üzerine çekiyormuş. Gümüş ise tamamen kendi halinde oldukça mütevazı bir yaşam tarzı ile yoluna devam ediyormuş. İçerisinde bulunduğu ahval sebebi ile oldukça kibirlenen altın bir gün gümüşe dönerek: “Görüyor musun gümüş kardeş nasıl da parlıyorum. Nasıl da değerliyim.” demiş. Bu duruma pek aldırış etmeyen gümüş, başını öne eğerek: “Ne yapayım altın kardeş, seni o şekilde yaratan Allah, beni de bu şekilde yaratmış. Herkes yaratılmış olduğu fıtrat üzeredir.…
Bir zamanlar, içinde bir sürü ailenin yaşadığı ve pek çok hayatın var olduğu bir köy varmış. Bu köy nedeni bilinmeyen bir kötü kokuya maruz kalmış ve bu kötü koku yüzünden herkes oldukça şikayetçiymiş. Halk ne kadar uğraşsa da bu köyü etkisi altına alan kötü kokuyu bir türlü uzaklaştıramamış. Ancak içlerinden biri, köyün fakir kalmasına ve aynı zamanda diğer köylerden kötü görünmesine neden olan bu kötü kokuyu yok etmek için elinden gelen her şeyi yapmaya hazırmış. Kötü kokan köyde çok uzun yıllardır şifacı olarak bilinen bir dede varmış. Dedenin torunu olan Ömer de dedesinden öğrendiği formüller sayesinde pek çok karışım yapabiliyormuş.…
Bir varmış, bir yokmuş. Çok uzak diyarlarda birbirinden güzel oyuncakların yaşadığı bir ülke varmış. Tüm oyuncakların mutlu yaşadığı bu ülkede; şeker fabrikaları, lunapark ve görkemli şatolar da oldukça fazlaymış. Oyuncakların içinde sevimli mi sevimli, süslü bir Bez Bebek varmış. Burada her ne kadar bir sürü arkadaşı olsa da Bez Bebek bir türlü mutlu olamıyormuş. Oyuncak ülkesinde yaşamasına ve bir sürü arkadaşının olmasına rağmen bir türlü mutlu olamayan Bez Bebek’e arkadaşları da yardımcı olmaya çalışıyormuş ancak yine de işe yaramıyormuş. Bir gün Yüce Konsey toplanmış ve oyuncakların durumlarını değerlendirmeye karar vermiş. Tüm oyuncakların kusursuz olduğu bu ülkede Bez Bebek’in hali Konsey…
Günlerden bir gün en güzel öğünüm olan öğle yemeğini yemek için hazırlanıyordum. Tüm gün bahçede koşturduktan sonra zavallı karnım çok acıkmıştı. Midem resmen bana yalvarıyordu. Sahibimin sabahtan hazırladığı öğle yemeğini yemek için çok heyecanlıydım. O nefis ilk lokma için ağzımı kocaman açmıştım ki bir anda kapı açıldı. Sanırım sahibimin sevimli küçük oğlu okuldan dönmüştü. Beraber oyun oynamayı, bahçede koşturmayı, kumsalda gezmeyi çok seviyorduk. Beni sevdiğini bildiğim için en sevdiğim arkadaşımdı. Eve döndüğü için çok mutlu olmuştum. Yemek yemek için buzdolabına yöneldi. Galiba o da benim gibi yorulmuş olmalı ki yemek arıyordu. Daha sonra buzdolabında duran ilaca uzattı elini. Neler olduğunu…